Kayıtlar

Şubat, 2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
Dünyanın bu evrende ne kadar küçük olduğunu hatırla, dertlerinin önemsiz olduğunu fark edersin derler ya. Mantık olarak doğru, ama bende işe yaramıyor bir türlü. Uzak bir gezegenden Dünya'ya baksam, " dünya ne kadar uzak ve küçük, benim derdim ise ne kadar büyük" diye düşünürdüm sanırım.
Çoğunluk sabah işe gidiyorsa, ben akşam gideyim. Çoğunluk gündüz çalışıyorsa, ben gece çalışayım. Çoğunluk hafta sonu tatil yapıyorsa, ben hafta içi yapayım. Hep bu kafada oldum, aynı anda aynı şeyleri yapmak isteyen kalabalıkların içinde olmak hep boğdu beni. Tenhalar, sessizlikler, dinginlikler, tek başınalıklar, ... İşte benim sevdiğim şeyler... 
Sait Faik ile Peyami Sefa arasında geçtiği söylenen bir tartışma: Louvre Müzesi'nde yangın çıkmış, o an için ya orada bulunan küçük bir çocuğu ya da Mona Lisa tablosunu kurtarma imkanın var. Hangisini kurtarırsın, çocuğu mu, tablo yu mu? Peyami Safa Mona Lisa tablosunu tercih etmiş. Sait Faik haklı olarak tepki göstererek çocuğu kurtaracağını söylemiş. Bir sanat eseri neden vardır? Bir değerli obje olarak var olmak için mi, yoksa insanlığa gerçek değerler konusunda yol göstermek için mi? O sanat eseri müzedeki çocuğun kurtarılması için vardır. O çocuğun hayatını her şeyden önde tutan bir anlayışı insanlara göstermektir sanat eserinin görevi. Çocuk kurtulduğu sürece, sanat eseri obje olarak yanıp kül olsa bile işlevini yerine getirmiş sayılır.
Tarih, bir karanlık tünelden diğerine geçer gibi akıyor. İnsanlığın gün ışığını görebildiği dönemler çok kısa.
Çocukken zamanın durmasını istediğim anlar olurdu. Öğrenciyken mesela, son güne bırakılan ödevler vardır ya, dönem ödevleri falan. Büyük sıkıntıdır son güne bırakılan dönem ödevi. Ya sabahlayıp gününe yetiştireceksin, ya da ödevi vermeyip sıfır alacaksın. Aynı şekilde sınavın bir gün öncesine kadar hiç çalışmamış olmak. İşte öyle gecelerde zamanı bir süre durdurabilme gibi bir süper gücüm olduğunu hayal ederdim. Zamanı durdursam, rahat rahat uyusam, sonra kalkıp ödevi yapsam, veya sınav için çalışsam. Sonra yine uyusam. Uyandığımda saat hiç ilerlememiş olsa, ben de zamanı tekrar başlatıp, hazırlanmış ve güzelce dinlemiş bir şekilde okula gitsem. Böyle bir şeyin hayalini kurmak bile kısa süreliğine de olsa ferahlatırdı beni. Ama sonra sabahlamak gerektiği acı gerçeği dank edince stres, sıkıntı da büyürdü tabii ki...
Çevresini saran ormana baktı, koyu bir yeşil duvar gibiydi etrafında. Güzel ama bir o kadar da ürkütücüydü bir apartman çocuğu için. Kasabadaki küçük market işleten emeklinin söylediklerini düşündü. "Ben de büyük şehirden kaçarcasına gelmiştim evlat. Gözümde tütüyordu buraların doğası, sakinliği. Ama bir süre sonra işler tersine dönmeye başladı. Biraz olsun büyük şehre alışkın insan zaman zaman o kalabalığa ihtiyaç duyuyor. Buralarda hep yalnızlığını hissettiriyor ıssızlık. Nereye gitsen benliğini sırtında taşır gibi. Ormanın içine yürüyüş yapsan düşünceler hayalet gibi yapışıyor ensene. Biraz insan sesi duymak istesen kasabada hep aynı sesler aynı yüzler. İlçeye gitsen yine tanıdık olmayan biri yok. Adeta itiş kakış yürünen o kalabalık gürültülü caddeleri özlüyorsun. Şehirdeyken bilirsin ki, yanı başında o insan kalabalığı, uzun süre aralarına karışmasan da elinin altında. Caddelerin birbirine karışan sesleri, iç sesini bastırır rahatlarsın. Kendini yeterince hazırlamamışsan, y
Beterin beterinin beteri olduğunu görüyor insan, zaman aktıkça. Nerede biter bu "beterin beteri" zinciri... Bir gün biter elbet...
Artık zorunda kalmadıkça dışarıya çıkmıyordu. Aslında bu, evde vakit geçirmeyi çok sevdiğinden değildi. Dışarı çıktığında, gerçekten "dışarıda" hissetmiyordu. Açık havaya çıkmanın verdiği ferahlık çok kısa sürüyordu. Blok blok apartmanlar arasındaki caddelerde, sokaklarda yürürken, bir labirentin koridorlarında yürür gibi hissediyordu. Zaten az sayıda ve küçücük olan parklar da hafifletmiyordu bu duyguyu. Parklar zaten daracıktı, cadde kenarındaydı, trafiğin gürültüsü, kirli havası içindeydi. Bu şehirde büyük parklar planlanmamıştı, içinde kaybolup, şehrin trafiğinden, gürültüsünden, kirliliğinden biraz olsun uzaklaşmaya imkan verebilecek park yoktu. Tek tük ağaçlar da vakur duruşlarının altında acı çeker gibiydiler, etraflarındaki çember daralıyormuş gibi. Çıkmaz bir labirentti şehir, ucunda ışık vaat etmeyen karanlık bir tünel.